27 Ocak 2015 Salı

STEPHEN APPİAH



2005 yılında Fenerbahçe'ye 8 milyon avro karşılığında Juventus'tan geldiğinde büyük olay olmuştu. Aziz YILDIRIM iki sene önce de onu istemiş ancak Appiah'ı ikna etmek kolay olmamıştı. Nedense eş konusu yabancı futbolcu transferi konusunda hep zorlayıcı etken olmuştur. Appiah'ın da transfer olmasına karşın ailesini İtalya'dan getirmemiş bir nevi bekar hayatı yaşamıştı. Buna karşın toplamda 3 sezon ancak sakatlık yaşadığı son sezonu çıkarırsak 2 sezon dolu dolu oynadı. Toplamda da 64 maçta 11 gol attı ki bu gollerin çoğu kritik maçlarda kritik dakikalarda gelen goller oldu.
İstatistikler bir yana benim için Appiah'ı bu kadar özel kılan hırsı, mücadele gücü ve tabii ki Siyahi bir oyuncudan beklenmeyecek bir teknik zekaya sahip olmasıydı. Gana milli takımında arkasında Essien varken 10 numara oynayan Appiah takımını Dünya kupasında ikinci turana taşıyarak bir anlamda tarih yazmıştı. Hatta 2010'da çeyrek final oynayan ve yarı finali 120.dakikada Gyan'ın tribüne gönderdiği penaltı ile kaçıran Gana takımında da forma giymişti.
Özel bir oyuncuydu benim için Appiah
Takımda en çok Tuncay'la anlaşırdı. İkisinin de kırık İngilizceleriyle anlaşmaya çalışmaları bile komikti aslında.
Neden sonra yaşadığı sakatlıkta kendi iddiasına göre doktorların yanlış teşhisi yüzünden tekrar sakatlanan Appiah bir daha Türkiye'ye dönmek istemedi. Bunda eminim kulübün sahibi gibi duran başkanla sorunlar yaşamıştır. Zaten kulüpte başarı kazanıp da Aziz beyle sorun yaşamayan azdır.
Neden şimdi bu siyahi oyuncu için bu yazıyı yazdım diye sorarsanız eğer cevap basit, yabancı sınırlamasının bu sezon sonunda epey bir rahatlayacağını düşünürsek seçilecek futbolcuların bu kalitede isimler olması gerekiyor. İtalya pasaportu da bulunan Appiah gibi isimleri transfer ederken milli olma kriterine dahi bakılmasına gerek kalmayacak.

Ülke olarak Appiah'ı henüz İtalya yollarına düşmeden keşfetmiştik. Galatasaray 6 genç arkadaşı ile beraber Appiah'ı Gana'dan getirdiğinde eminim ki ileride bir yıldız olacağını ön görmüş ancak o zaman ki yabancı sınırlamasının çok daha katı olması sebebiyle yollarını ayırmak zorunda kalmıştı. Şimdi futbol piyasasına baktığımda Appiah benzeri bir kalitede isim bulmakta epey zorlanıyorum. Belki yeni filizlenen Juventus'lu Pogba bu isimlerin arasında sayılabilir ki onunda bonservisi için 100 milyon avrolardan bahsediliyor. Ama çok uzaklara gitmeden İtalya liginde eminim bizim ligimizin sertliğine uyan ve katkı verebilecek pek çok isim bulunabilir. İspanya'dan futbolcu alacağımıza İtalya'dan antrenör alacağımıza futbolcu almayı düşünmeliyiz.
Appiah gibisi bir daha kolay kolay gelmez ama neyse :)

TÜRKİYE KUPASI EZİYETİ



Bu kaçıncı grup maçı emin olun bilmiyorum. O kadar uzadı ki sanki hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor. Neden bu grup var hiç kimseden cevap gelmiyor. Tek söyledikleri yayıncı kuruluşun isteğinin bu yönde olduğu. Yeterli peki bu ? Yani sadece yayıncı kuruluş reytingi yüksek takımlar daha fazla maç yapsın dedi diye bu eziyeti futbolculara, zaten bozuk olan saha zeminlerine, hakemlere, lig maçlarına dahi gitmeyen taraftarlara yapmaya hakları var mı?

Avrupa'da ki diğer liglerde ne yapıldığına bakalım. İtalya'da 1. turdan çeyrek finale kadar tek maçlı eleme sistemine göre oynanıyor. Yani kazanan yoluna devam ediyor. Beraberlik halinde ise uzatma ve penaltılara gidiyor. Çeyrek ve Yarı Finaller ise çift maçlı sistemle oynanıyor. Final yine tek maç ancak bu sefer tarafsız sahada oynanıyor. İyi bir sistem ancak yayıncı kuruluş açısından izlenesi yüksek maç sayısının 10'u bulmayacağı için sıkıntı olacaktır.
Almanya'da da benzer bir sistem var ancak tek fark onlarda bütün aşamalar tek maç üzerinden oynanıyor. Beraberlik halinde ise uzatma ve penaltılar geçerli. Daha az maç oynama isteğiyle oynanan bir sistem ancak yayın konusunda sıkıntılı olacağından ve bizim ligimizde büyük takımlar ilk turda ki maçlara asılmadığından erkenden elenme ve üst turlarda düşük ölçekli eşleşmeleri izleme riski oluşuyor.
İngiltere liginde ise maç sayısı çok daha fazla olduğu için bize örnek teşkil etmesi zor. Hem lig kupası hem de FA Cup maçları var. Federasyona bağlı olan tüm takımların katılabildiği FA CUP bu kupalar arasında bence de en özeli. Amatör takımlar dahi katılabiliyor. Tek maçlı sistemle oynanan maçlara belli aşamadan sonra 1.lig ekipleri de dahil oluyor. Çok geniş katılımlı bir kupa olduğu için ve sürprizler barındırdığından her zaman izleyici bulmuştur. Lig kupası ise adında anlaşılacağı üzere alt ligler dahil olmak üzere tek maçlı sistem uygulanıyor. Başta da söylediğim gibi maç yoğunluğunun abartılı olduğu bu kupa sistemini bize uygulamak zor.
Son olarak ise benim de beğendiğim sistem olan İspanya Kral kupası var. İlk turlarda düşük bütçeli takımlara ekstra bir yol masrafı olmaması için tek maçlı sistemle başlayan sonrasında ise süper lig ekiplerinin de katılımıyla çift maçlı eleme sistemine geçiyor. Bu sayede hem yayıncı kuruluş tek maç sonunda büyük balıklarını kaybetmemiş oluyor. Hem de büyük takımlara ağır bir maç trafiği çıkarmamış oluyor. Nitekim çeyrek final öncesinde Atletico, Real, çeyrek finalde ise Atletico, Barça eşleşmeleri izleyebiliyoruz.

Sözün özü bu yapı ile takımlar yedek takımlarla maçlara çıkmaya, bizler de kaybetse de ne olacak maçlarını izlemeye devam ederiz. Olması gerek basit ama işin içine para girince diğer öncelikler öncelik olmaktan çıkıyor.

Bu arada bu akşam Trabzon ve Fenerbahçe'nin kupa maçları var. İzlemek isteyenler varsa haber vereyim dedim. Rakipleri Keçiörengücü ve Kayserispor.

26 Ocak 2015 Pazartesi

BEKLENENDEN KOLAY OLDU

Gerek Fenerbahçe'nin Kasımpaşa deplasmanında gerekse Galatasaray'ın evinde Rize'yi ağırladığı karşılaşmalarda rakip takımlar daha dirençli bir maç bekliyordu ancak rakipler o kadar tırt çıktı ki puan kaybı bekleyenlerin hevesi kursaklarında kaldı.
Cumartesiye dönersek Fenerbahçe hücumda Sow ve orta sahada Emre ve Topal'ın yokluğunda büyük sıkıntı çekecek gibiydi. Sow neyse Emre olmasa da olurdu da Topal'ın yokluğu beni ciddi şekilde düşündürüyordu.  Yedek olarak kariyer yapan Selçuk takım içinde arkadaşlığı ile yer etmişti ancak taraftarlar gözünde ise zamansız bir bombadan farksızdı. Ne zaman hata yapar ne zaman takımı yakar kestirmek zordu. Rakip ise bu sezon evinde mağlubiyeti olmayan Kasımpaşa'ydı. Ancak ligimizde takımıyla en uzun süredir çalışan isim olan Şota en çok soru işareti barındıran isim olmaya da devam ediyordu. Takımı potansiyeline çıkaramayan Gürcü hoca sempatik ama işinde mahir değil.
Maça hızlı başlayan Fenerbahçe oldu ki. Ersun YANAL dönemi olsa ilk 10 dakikada kazanılan duran toplardan en az 2 gol bulunurdu. Ancak İsmail KARTAL'I idari olarak değil de teknik anlamda eleştireceksem bu kesinlikle duran toplarda ki verimsizlikten başlardı. Takımda duran topu kullanacak kişinin hala belirlenmemiş olması anlaşılır gibi değil. Dün de ilk yarının bütün maçlarında olduğu gibi Caner, Diego arasında paylaşıldı hatta ilk yarıda Meireles'in dahi kullandığını görmüştük. Benim ilk tercihim Diego olur o sahada değilse Caner atmalı.
Golü bulana kadar takımın sürekli bu tempoda oynayamayacağından korkuyordum. İyi oynarken bu performansın meyvesini yemek anlamında golün gelmesi önemliydi. Kuyt'ın enfes ayak içi bu sorunu da ortadan kaldırdı ki. Kendisinin artık yaşlandığı ve sözleşme uzatılmaması gerekir diye düşünenlerden olduğumu söylemeliyim. Ancak yeni yabancı kuralı ile yedek kulübesinde oturmalı mı? Sorusu henüz bende de cevaplanmadı.
Gol sonrası sakinleşen takım önde basmak konusunda ısrarcı olmadı. Zaten yaş ortalaması yüksek olan bir takımın bu presi uzun süre yapması mümkün değildi. Bu tempo ayarlama ve takımda forvet ile defans arasında ki mesafeyi ayarlama konusunda Egemen çok önemli bir yer tutuyor. Kadlec veya Bekir oynadığında Egemen tarafında sürülmeye alışmış Alves'in ne kadar dengesizleştiğini görüyoruz. İkinci yarıda da durağan bir oyun varken oyunu sahasında kabul eden Fenerbahçe kontradan Diego ile  gole de yaklaştı ancak Brezilya'lı müsait durumda bitiremeyerek umutlananların umudunu yemeye devam etti. İkinci gol ise maç boyu Babel'e büyük üstünlük kuran Gökhan etkili bindirmesi ve iki kişiyi geçerek yaptığı asist ile Kuyt'ın yine ayak içi ile topu tavana göndermesi ile geldi. İyice dağılan Kasımpaşa duran toptan iki müthiş şut çıkardı ancak kalede ki "HIMBIL" çok güzel iki kurtarışla oyunun tehlikeye girmesini engelledi.
Takımda Diego ile birlikte en çok şut çeken ismin Selçuk olması takımın kalitesini mi? Yoksa Selçuk'un
fütursuzluğunu mu? Gösteriyor emin değilim. Meireles'in sakatlanması ile oyuna Hasan Ali girdi. Bu sene daha diri bir görüntü çizen Hasan Ali bu forma şansını hak ediyor. Sol çizgiyi Hasan Ali ve Caner'e emanet eden Kartal Alper'i ise göbeğe çekerek rakibi kovalayan isim sayısını bir artırdı. Bazı yorumcuların misal Kemal BELGİN, Caner'i göbeğe de çekebilirdi söylemlerini okuyorum ancak takımı bu kadar yumuşak kılmanın manasız olacağını görmüyor olacaklar ki bu yorumda bulunduklarını düşünüyorum.
Galatasaray ise bir garip Afrika kupasına en az sayıda isim gönderip de en çok mağduriyet yaşayan kulüp olmayı başardılar. Stoper olarak Semih'i de sakatlığa kurban verince ellerinde stoper kalmadı. Yine de Hakan ve Koray'ın Afrika kupasında ki Kweuke'nin yokluğunda iyi iş çıkardığını söylemek lazım. Hakan ilk golde bir de asistin asistini yaptı ki ancak bu kadar katkı yapılabilir.
Eksiklerden söz açılmışken Rize'nin de epey sıkıntılı geldiğini söylemek lazım. Bu yüzden Hikmet hocadan kapalı bir oyunla oyunu kilitlemesini bekliyordum ki o tam tersine cephesiz açık meydan muharebesini tercih etti. Yani işi oyuncuların kişisel becerisine bıraktı ki bu bildiğin maçı kaybetmek demekti. Öyle de oldu. İlk golde Selçuk yarı sahadan gelen topu düzeltip boş durumda ki Sneijder'e o da kalecinin kapattığı köşeden fileleri bulurken hiçi zorlanmadı. Rize gole rağmen kapanmamayı sürdürürken Galatasaray'da hızlı oyunuyla pozisyonlar bulmaya devam etti. Galatasaray'ın verim almaktan başka çaresi olmadığı Bruma ilk kez bu kadar hareketli gözüktü. Mancini'li dönemde de etkili olduğu dönemler oldu ancak skora katkı konusunda kısır olması onun ilk 11 oyuncusu olmasını hep engelledi. Nihayet tabelaya adını yazdırması sevindirici, böyle oynadığı sürece kimse onun için ödenen bonservis miktarını sorgulamaz.
İkinci yarıda da karşılıklı atakların olduğu bir maç oldu ancak Rize'nin beceriksizliğine bu kez Galatasaray'da karşılık verince gol sesi çıkmadı. Maç 2-0 giderken yani skor olarak Galatasaray'ın bir sıkıntısı yokken neden 3 hafta oynayamayacağı söylenen Burak riske edildi anlamak mümkün değil. Oyuna girerken sakatlanacağını maçı beraber izlediğim abime söylemiştim. Hamza hocanın da dediği gibi bile bile lades olundu. Hatalar yapıldığı kabul edildiği için daha fazla üstelenmemesi gerekiyor.
Bugün sıra Beşiktaş'ta sonradan oynamak zordur. Üstelik Ankara deplasmanı her zaman zordur.
Herkese hayırlı günler.

22 Ocak 2015 Perşembe

BARÇA'NIN HAKKIYDI



Dün ki maçı kayınbiraderle izledik. Ben Barça'dan pek hazzetmem o da Atletico'dan. Ben Messi ve Suarez'i sevsem de Neymar ve benzeri oyuncuların varlığı beni Barça'dan uzaklaştırmıştır. Onun Madrid'i sevmeme sebebi ise tamamen oyun tarzı ile ilgili bu kadar kapanan takımdan hoşlanmıyor haklı olarak. Ben Arda'yı her ne kadar sevmesem de başarılı olmasını isterim o yüzden Madrid'i daha bir desteklerim. Her neyse maça gelirsek Atletico İsmail Kartal'ın deyimiyle "haddini bilerek " oynamaya çalıştı. Maçın başından sonuna kadar kapandı. İlk yarıya göre ikinci yarıda orta sahayı daha fazla geçti denilebilir ancak bunu o kadar az isimle yaptı ki atak oluşturmak bir yana tehditkar olma konusunda bile başarısızlardı.

Özellikle ilk yarıda Torres o kadar kötüydü ki takımı eksik oynattı desek yeridir. Messi'nin etkisizliği Suarez'in ise artık uyum sorunundan ziyade doku uyuşmazlığına doğru giden formu golün gelmesini geciktirdi. Üstelik Suarez golleri kaçırırken rakibiyle dalaşması, hakemi aldatmaya çalışması sinir bir hal almaya başladı. Zaten sahada Neymar var daha fazlasına gerek yok. Torres için ise hocası ona güvenini göstermek için Real maçından sonra çok da hak etmediği övgüleri dile getirmişti. Ancak dün ilk yarıda ki oyununa bakınca eminim beklentilerini epey düşürmüştür.
Barça ise karışık bir takım olmayı sürdürüyor. Sezon başında L.Enrique'yi  getirmenin yanlış olduğunu söylemiştim, hala aynı fikirdeyim. Messi ile kapışmasından sonra sular biraz olsun durulmuş görünüyor ancak takımda ki hava Fenerbahçe'den hallice, oynanan oyun keyifsiz ve düzelecek gibi de durmuyor. Yine de ikinci yarıda ki baskılı oyunun meyvesini geç de olsa aldılar.
Hakemler oldukça iyi bir maç yönetti. Pek çok baskı ve itirazlara karşın sağlam durmayı başardılar. Penaltı pozisyonunda da haklıydılar. Messi'nin kaçırması iyi oldu ama tamamlamadan yetişmek mümkün olmadı.

Son olarak Arda'nın performansı ise orta şekerliydi. Takımda ayağına topun en çok yakıştığı isim o. Griezzmann ile birlikte takımı ileriye taşıyan isim de o. Üstelik dar alanda topu saklaması ve uygun durumda ki oyuncuyu bulma konusunda da usta bir ayak ancak iş ne zaman fiziki mücadeleye girse mağlup oluyor. Çünkü patlayıcı gücü hiç yok. Depar atamıyor ve bitiriciliği de yeterli değil. Bu fiziki özellikler gelişecek şeyler değil. Maalesef Arda'nın maksimumu bu.

Rövanş haftaya bugün ne olur kestirmek zor. Evinde başka bir futbol oynayan Atletico ne olursa olsun gol atmakta sıkıntı yaşıyor. Üstelik Barça deplasmanda kötü de oynasa gol bulabilir. Turun favorisi açık ara Barça ama futbol bilinmezlerle dolu.